7 Kasım 2019 Perşembe

Hikayenizi Değiştirin

“Eğer insanlar gerçekten kim olduklarına bağlı olsalardı, o zaman hiçbir şeye ihtiyaçları olmazdı. Övünmeye ihtiyaçları olmazdı. Böyle bir güvensizlik olmazdı.” Steve Chandler


Toplumumuz “yaş” konusuna sanki bir çeşit hastalıkmış gibi davranır. Sanki yaşlı insanların raflarını ilaçlarla doldurmaları için bir sürü hükumet programına ihtiyacımız var, yoksa düşüp ölecekler (ya da size oy vermeyecekler – daha da kötü)
Ama yaşlı insanlar kendilerine nasıl bakacakları konusunda büyük dersler öğrendiler. Nasıl para biriktirecekler. Nasıl kaynak sahibi olacakları. Buna rağmen onlara başka türlü davranıyoruz, çünkü onların etrafında yarattığımız hikaye bu.
Bu negatif yaşlanma hikayesi çok kısa sürede ikna edici olmaya başlar. Hatta yaşlı insanların kendilerini bile etkisi altına alır. Bazı yaşlı insanlar, emekli olduklarında, farklı yürümeye başlarlar. Etrafta topallayıp, ayaklarını sürükleyerek gezerler. Sanki bir oyunda yeni rolleri varmış gibi farklı konuşurlar. Egzersiz yapmayı keserler, çünkü hikayelerine göre artık yaşlıdırlar. Sesleri, yüksek tonda, ince, tiz ve zayıftır. Acaba bunun ne kadarı gerçekten fiziksel çöküş ve ne kadarı daha önceden senaryolaştırılmış bir hikayeye göre yaşamak? Gerçekte, bugünlerde, yaşlı insanlar ölüme bizim düşündüğümüz ya da kendi düşündükleri kadar kadar yakın değiller
Kısa süre sonra, MacLean yazma konusunda heyecana kapıldı. Sanki büyük yazar George Elliot’ın “Olmak istediğinizi olmak için asla geç değildir,” tavsiyesini dinlemiş gibiydi. (Büyük roman yazarı George Elliot’ın gerçek adı Mary Ann Evans’tı. Ama eski İngiltere’deki hikayeye göre, bir yazar olarak ciddiye alınmak için bir erkek adını kullanarak piyasaya çıkmıştı.)
Narman MacLean “Yaşlılık günlerinde mutlulukla ilişkilendirilen ‘kadınlarla bir yerlere kaçmak, seyahat etmek’ gibi şey­lerin bazılarından vazgeçmeye karar verdiğini” söyledi. Bunun yerine yazar olup olamayacağını keşfedecekti. Norman MacLean Montana’daki kulübesine gitti, disiplin içinde ve mutlu yazmaya başladı. Kısa süre sonra, 20 yaşındaki biriyle aynı güce sahip olduğunu keşfetti. Her şey oracıkta, kalbinde ve iki elindeydi. Yazmaya devam etti. Duramıyordu. Gücüyle, kendisi hakkında tamamen yeni bir hikaye yaratmak için bağlantıya geçmişti. 
İşte! Harika bir yazardı! Gerçek bir roman yazarı! İki yıl sonra, kabininden övgüyle karşılanan şaheseri “A River Runs Through It” (Bizi Ayıran Nehir) ile çıktı. Roman, normalde yalnızca genç ve parlak yeteneklerle ilişkilendirilen bir tutku ve şiirsel ateş ile yazılmıştı. Yazar olmak için çok yaşlı olduğu basitçe doğru değildi. Bu sadece bir hikayeydi. O, bu hikayeyi yaşamaya gönüllü değildi. 
Buna rağmen size kaç kişinin bana her zaman “yazmak, oyuncu olmak, ya da müzisyen olmak ya da buna benzer bir şeyler yapmak” istediğini, ama tabii artık biraz geç olduğunu, çünkü artık 30, 40 ya da 50 yaşlarında olduklarını söylediklerini anlatamam. 
Otuz yaşında olup da benimle sanki ölüm döşeğindeymiş gibi konuşan pek çok kişi tanıyorum.
Ciddi bir yüzle “Ben bunun için çok yaşlıyım,” diyorlar.
Bu onların hikayesi ve ona tutunuyorlar.
Kendinize ne yapmak için çok yaşlı olduğunuzu söylediniz? Belki de bir aktör olmak için çok yaşlısınız? John Houseman oyunculuğa başladığında 70’lerindeydi ve daha sonra The Paper Chase’deki rolüyle bir Oscar kazandı. 
Yaşlanma hakkındaki benim kendi hikayelerimden biri de kitap yazmak için çok yaşlı olduğumu farzetmemdi. 49 yaşıma kadar böyle düşünüyordum. Neredeyse 50 yaşınday­dım! Hayatım, bir kitap yazarı olmama izin verecek tüm o erken disiplin ve borçları ödemek için yeterince odaklı olmamıştı. Bu benim hikayemdi. Hayatım kaotikti. Yaşamımın bir bölümünde alkoliktim ve kendimi düzeltip ayılsam da, büyüteceğim çocuklarım vardı ve hayatım bir işten diğer işe geçişlerle süren vahşi, bağlantısız bir yolculuktu. Hayat hikayesi böyle olan birisi nasıl olur da kitap yazmada başarılı olabilirdi? 
Bu soruya cevabım ilginçti. MacLean’inki kadar kararlı ya da kesin değildi. Tereddütlü ve biraz korkaktı. En sonunda olanlar, iki hikayenin birbiriyle birleşmesiydi. Benim “Çok yaşlı olduğum” hikayem, 16 yaşındaki kızım Stephanie’nin “babam, kitapları basılacak kadar iyi bir yazar” hikayesiyle uyuşmadı. Böylece Stephanie yazılanından birkaç örneği göndererek bana yardımcı oldu. İlk kitabım, bende büyük şaşkınlık uyandırarak basıldı. İki hikaye çakıştığında, daha güçlü hikaye kazanır.
Ama şimdi bir ikilemim vardı. “Çok yaşlıyım” hikayemle ne yapacaktım? Artık daha fazla kullanılır görünmüyordu. Böylece, basitçe kendime ya da başka birine onu anlatmayı bıraktım. Bana yeni ve her kalp atışıyla değişen, esnek bir hikaye yaratmama izin veren bir dizi eylem gerçekleştirmeye başladım. Öldüğüm güne kadar yazmaya devam edecektim. Bu benim yeni hikayemdi. Devam ettikçe, hikayemi yazmaya devam ediyordum. Kendimi tekrar keşfediyor ve motive ediyordum. Dış etkenleri kullanmaya gerek yoktu. Şartların ha- yatımda yeri yoktu. Bir hikayenin beni ağına düşürecek kadar uzun sürmesine izin vermeyeceğime dair yemin ettim. Hikayeler bunu yapar. Bizi baştan çıkarırlar. Sonra da nihai korkunç şeyi yaparlar: Bizi onlara inandırırlar. 
Fichte’nin “Özgür olmak hiçbir şeydir. Özgür olabilmek her şeydir.” cümlesiyle ne demek istediğini anlamam yılları­mı aldı. Çünkü “özgür olmak” başka bir statik hikayedir. “Ben özgürüm,” sadece bir hikayedir. Kulağa iyi gelmesine rağmen sürmeyecektir çünkü hikayeler sürmez. Onların bir önemi yoktur, bu durumda nasıl sürebilirler? Ama özgür olabilmek bir hikaye değildir, bir eylemdir. Bir yolculuğun içindeki harekettir. Gerçekte, sizi zaman ve uzayın ötesine alıp, saf olabilmenin dansına götüren muhteşem bir harekettir. 
Neden yaşlı insanları saf olabilme deneyiminden mahrum edelim? Neden onları “Kes sesini, koltuğuna otur ve ilaçları­nı al. Artık fazla yararlı olmadığın ya da hareket edemediğin için kendini biraz depresif mi hissediyorsun? Al sana depresyon için ilaç. Oy vermeyi unutma! Seni oy kullanmaya götürürüz. Evet, kamyonumuzun tekerlekli sandalye girişi var. Ve bundan sonra, eğer yaşlı bir insan olmaktan herhangi bir psikolojik rahatsızlık duyarsan, bir doktor ayarlayıp bunun icabına baktırabiliriz. Görüşürüz, yaşlı kişi!” diyen bir hikayeye yerleştiriyoruz? 
Woody Strong 71 yaşındayken, Denver’daki tıp uzmanları tarafından ameliyat edilemez bir kanser türüyle teşhis edildi. Sadece bir yıl yaşayabileceği söylendi. Müdahale edilemeyecek bir kansere yakalanmıştı. Kendisine “Hiçbir şey yapamayız,” denmişti. Ama ilaç kullanabilirdi. Bu ilaçları al Woody. Görüşürüz, Woody! Neyse ki, Ray Kurzweil ve Terry Holland’ın uzun ömürlülük ve sağlık konusundaki mükemmel kitapları “Fantastic Voyage” sayesinde, hepimiz Woody Strong’ın hikayesinin nasıl sonuçlandığını biliyoruz. 
Üzücü haberleri aldıktan sonra, Woody son yılını Nepal’de geçirmeye karar verdi. Nepal’i seviyordu. Karısı Penny ve kendisinin Himalayalardaki binlerce Nepalliye eğitim ve tıbbi yardım sağlamasından dolayı orada sevili- yordu da. Oradaki birçok çocuk onu baba olarak görüyordu, bu yüzden Nepal’de ölmek onun için güzel bir son istek olurdu. 
Ama Nepal’e varınca, Woody’nin arkadaşları onu ölümü kabullenmemesi konusunda ikna etti. Onun hemen ölmesi gerektiği hikayesini kabul etmiyorlardı. Onun Nepal’in Everest bölgesindeki ünlü bir şifacıya gitmesini sağladılar.
İlk başta Woody şüpheliydi. Kimdi bu şifacı? Colorado’daki modem doktorların çoğu zaten her ihtimali gözden geçirmemiş miydi? İlaçlarının kaçınılmazdan önce son bir rahatlama sağlamak için olduğunu söylememişler miydi? Bu doğru değil miydi? Ya da doğru muydu?
Sonraki beş gün boyunca, Woody Strong yoğun bir şifa töreninde yer aldı. Hiçbir sebep yokken, güldü, ağladı ve durmadan terledi. Törenin sonunda Lama, Woody’ye iyileştiğini söyledi.
İyileşme mi? Ölümcül kanserden mi? Gülüp, ağlayıp, terleyerek mi? 
Woody Strong, Colorado’ya aylar sonra gidip, içinde kanserden hiçbir iz kalmadığını öğrendiğinde en az doktorları kadar şaşkındı. Kanser gitmişti! İki hikaye çarpışmıştı ve şifacı­nın hikayesi kazanmıştı. Çünkü daha güçlüydü. Lama ve töreni Woody Strong’u iyileştirmişti. 
Ben küçük bir çocukken, büyükbabam Sam Chandler’la birlikte olmaya, güney Arizona çöllerinde bisiklete binmeye ve büyükbabamın eski günler hakkında hikayelerini dinlemeye bayılırdım. Benden oldukça hızlı yürüyebilirdi. Enerjisi vardı. O hala birisi oluyordu. Kim olduğu hakkındaki o son, mühürlenmiş hikayede sıkışıp kalmamıştı. Eski kaktüs tahtasından yaptığı lambalar ve cilalayıp bir şeyler yapmak için sakladığı taşlardan dolayı heyecanlanıyordu. 
Kaç yaşınızda olduğunuzu bilmeseniz, kaç yaşında olurdunuz? Ya bir şekilde tüm hafızanız silinse ve sizi yaşamanız için başka bir kıtada küçük bir şehre atsalar? Tüm melekelerinize sahipsiniz, yeni bir hayata başlayabilirdiniz. Sadece kaç yaşında olduğunuzu bilmezdiniz ya da ona göre yaşama­nız gereken (ya da hakkında depresyona gireceğiniz) bir geçmiş olmazdı. O zaman kaç yaşında olurdunuz? Bu soruya bir cevabınız var mı?
Aynaya bakıp bunu çözmeye çalışır mısınız? Yaşlı mı olurdunuz? Ne kadar yaşlı olduğunuza dair bir hikayeniz olmadığı sürece yaşlı olamazsınız. Başınıza gelenler hakkında büyük, ağır bir hikayeniz olmadığı sürece dünyadan bıkmış da olamazsınız. Ya birisi hikayeyi silse? 
Bazı insanlar bana hikayelerinin onlar tarafından değil koşullar tarafından yazıldığını söyler. Lütfen bunu bana söylemeyin. Bana koşullardan bahsetmeyin. Çünkü, korkunç koşullara katlanmış ama buna rağmen çok mutlu insanlar var. Tıpkı tüm hayatları boyunca beslenmiş ve bakılmış ama  inanılmayacak derecede depresif insanlar olduğu gibi. Bu hikayelerdeki sebep ve sonuç nedir? Şartlar hiçbir şey ifade etmez. Şartlar hakkındaki hikayeniz her şeyi ifade eder. Eğer kaç yaşınızda olduğunuzu bilmeseydiniz, kaç yaşında olurdunuz?
Şartlar hiçbir şey ifade etmez. Şartlar hakkındaki hikayeniz her şeyi ifade eder.
Steve Chandler, “Sizin Hikayeniz”
Kaynak: Steve Chandler (2006) “Sizin Hikayeniz” (Çev. Elif Umar) Dharma Yayınları, İstanbul s.59-66

Hikayenizi Değiştirin

“Eğer insanlar gerçekten kim olduklarına bağlı olsalardı, o zaman hiçbir şeye ihtiyaçları olmazdı. Övünmeye ihtiyaçları olmazdı. Böyle bir...